Nisan 2023

teğet.live

Metin: Ece Ünübol

Betonart 76. Sayısı

 

Share

*teğet.live

Mimarlığı bir çizgi olarak kabul edersek sırasıyla konsept, uygulama, şantiye noktalarından geçip binaya varacağımızı düşünebiliriz. Bu tek yönlü hareket varsayımı elbette açık bir yanılgıdır. Çünkü ne süreçler bu kadar nettir, ne de mimarlık böyle iki boyutludur. Dolayısıyla çizgi üzerinde işaretlenen noktalar, belli bir üretim hiyerarşisi içinde sıralansa da birbiri içine girmekten kaçamaz. Konsept sürecinde doğan düşünceler, uygulama projesinde disiplinlerarası bir teste tabi tutulur. Sınavı veremeyenlerin yerini yeni fikirler alır. Bazense ısrarcı olmak gerekir; pazarlık yapmak ve ikna etmek. Devam eden bu alışverişin ortasına kurulur şantiye. Çoktandır masa başında gerçekleşen eylem ayaklanır, gürültülü ve tozlu sahanın içinde gezinmeye başlar. Kağıt üzerindeki çizgilerle, dönüştükleri yeni mekanların içinde yüz yüze gelinir ilk defa. Her karşılaşmadan, bir öğrenme, yapma ve aktarma doğar. Nihayet şehirle arasındaki perdeler kaldırılınca gün yüzüne çıkan bina ilk nefesini alır. İçindekiler ve etrafındakilerle birlikte başlayacağı yaşamına adım atar.

Bu yazıda canlı ve döngüsel bir süreç olarak ele aldığımız mimarlığın hem doğal uzantısı hem de yakın tanığı olan kayıt eylemi üzerinden farklı yer ve tiplerdeki şantiyelerimizi, teğet.live’ın sade ve sansürsüz enstantenelerinden referanslarla mercek altına alacağız. 

Kayıt Altında Bir Süreç

Bugüne kadar ölçek, coğrafya ve tipoloji bakımından birbirinden farklı çok sayıda şantiye tecrübe ettik. Geniş bir arazinin ortasına halı gibi yayılan; dik bir yamacın üzerine peşi sıra dizilen; yoğun bir dokunun içinde mevcut binanın izleri üzerinde yükselen projelerin inşa edilmesine tanıklık ettik. Sonuçta ortaya çıkan binalar birbirinden ayrı dursa da, yaşanan süreç ve deneyimler ortak bir birikim ve kriter seti oluşturmamızı sağladı. 

Tahmin edilebileceği gibi, şantiyenin ofisten farklı işleyen bir sistemi var. Bu çoğu zaman bir sistemsizliğe karşılık geliyor. Sahadaki işler mümkün olan en ekonomik şekilde, üst üste binen programlarla ilerliyor. Dolayısıyla sürekli bir koşuşturma ve dağınıklık hakim. Bir tarafta, istiflenen malzemeler duruyor, diğer tarafta çözülmeyi bekleyen problemler. Kağıttaki proje görünür hale geldikçe yüzleşecek yeni durumlar ortaya çıkıyor. Devam eden bu hır gür içinde bir denge kurmak gerekiyor. Kısacası, içinde hatırı sayılır miktarda kaos barındıran yüksek tempolu bir süreç yaşanıyor; beraberinde de yoğun bir düşünsel ve fiziksel çalışma.

Öte yandan ofis dışında edinilen bu tecrübe yığını ancak aktarılabildiği ölçüde anlam ve süreklilik arz ediyor. Kayıt altına almak, tam bu noktada önem kazanıyor. Takip etme, keşfetme ve aktarma denkleminin orta yerine oturan kayıt, kendiliğinden doğal bir ön koşul haline geliyor. Bir işe başlamanın ve sürdürmenin yükünü hafifletiyor. Mimara da, her zaman olduğu gibi fotoğraf, çizim, yazı ve maket gibi iletişim araçlarını kullanarak edindiği bilgiyi arşivlemek ve aktarmak kalıyor. 

Mimari mecralardaki genel eğilim, bitmiş bir projenin iyi ışıklı ve derli toplu görsellerini, temizlenmiş ve boyanmış eskizlerini yayınlamak üzerine. Olagelmiş haliyle, inşaat sürecinin geçmesini, dahil olarak veya olmayarak bekleyen mimar, tamamlanan binasının şık fotoğraflarını övünçle  paylaşıyor. İçinde bir dolu tecrübenin ve keşfin olduğu süreçler ise sonuç ürünün cazibesi altında ezilmiş görünüyor. Bizim teğet.live ile yaptığımız, bu kaotik ve öğretici sürecin değerini bilmek. Süregelen birikimi gerilmeden, sansürlemeden, işlemeden, açık ve sade bir şekilde paylaşmak. Buna şantiye sahalarının insanı tedirgin eden dağınık mekanları da, üstünkörü yapılmış bir eskiz de, kirli bir çalışma maketi de dahil. 

 

Şantiye Sahaları

Bir süredir gündemde olan, yeni başlayan ve bitmeye yaklaşan işlerle birlikte, Teğet’in aynı anda devam eden şantiye sayısı tarihindeki en yüksek noktasına ulaştı. Büyüklük, yer ve kapsam olarak farklı kriterlerdeki şantiyelerin toplamı iki elin parmaklarını geçmiş durumda. Bunların içinde, Anadolunun orta yerinde, 9 bin yıllık bir yerleşimin kıyısında Çatalhöyük Ziyaretçi Merkezi, Konya’nın tarihi merkezinde Başkanlık Kompleksi, şehrin çeperinde, eski bir Rum köyü olan Sille’de Okul ve Meydan projeleri ile Merdivenli Sokak düzenlemeleri; İstanbul’un en önemli yaya arteri üzerinde İş Bankası Beyoğlu Müze Binası, iki bin yıllık bir geçmişin tanığı tarihi kara surlarının karşısında Basketbol Gelişim Merkezi, Karaköy liman bölgesinde Güllüoğlu Binası ve Frank Han Sahnesi; İzmir’de kıyı şeridinin çözüldüğü bir noktada Opera Binası; Malatya’nın gelişmekte olan yeni eğitim bölgesinde Bilkent Malatya K-12 Kampüsü; Ayvalık’ta akdeniz peyzajının ortasında Keremköy Evi; ve tüm bunların çok uzağında, Riyadh’ta bir vahanın içinde Wadi Al Hada şantiyeleri yer alıyor. Bazıları daha işin başında, temelleri yeni atılıyor. Bazılarının ise eli kulağında, etrafını saran perdeler indi inecek. 

 

İş Bankası Beyoğlu Müze Binası

Müze projesi, YKKS’den sonra, Teğet’in İstiklal Caddesi ile ikinci karşılaşma noktası. Bu defa, daha kapsamlı bir koruma stratejisi ve olağandışı bir şantiye süreci söz konusu. Binanın cephesi, cepheye dizili odalar silsilesi, strüktürel sistemi, açıklıkları, malzemeleri ve detayları, yapının yıllanmış dokusu ile bir arada korunuyor. Oda hattından koridorla ayrılan orta kısım ise yıkılıyor. Yerine, betonarme bir keson gibi zemine saplanan yeni bina inşa ediliyor. Dışta, tarihi kabukla mekansal bir işbirliği yapılıyor; içeride, statik, elektro-mekanik ve mimari destek yaratılıyor. Sonuçta, aralarında tam 120 yıl olan, birbirine yapışık iki binadan yeni bir müze ortaya çıkıyor. Bu ikili kurguda atılan her adım, kendisinden önce kapsamlı bir hazırlığı ve imalatı gerektiriyor, sonra da yapılan uygulamaların geri kaldırılmasını. Dolayısıyla, sahadaki tüm çalışmalar çok hamleli ve eş zamanlı gerçekleşiyor. 

Buna en büyük örnek, ortadaki alan yıkıldıktan sonra tarihi binanın ayakta tutulması. İlk hamle, içi oyulan binayı sayısı yüzü aşkın çelik kirişle etrafına kurulan iskelete bağlamak. Daha sonra, bir kurşun gibi 9 kat aşağı inen betonarme çekirdek ve araya kurulan uzay kafes ile mukavemet sağlamak. Ortadaki boş alan inşa edildikçe, başka bir deyişle tarihi bina yeni binaya teğellendikçe, önceki aşamalarda yapılan tüm imalatlar aşağıdan yukarıya doğru kat kat geri kaldırılıyor. 

Havada kalan tarihi merdiveni desteklemesi için inşa edilen, demiryolu köprüsüne benzer, dev çelik masa aynı zamanda keson inşaatının kuyu temellerinde rahatça çalışmasını garantileyecek geniş bir alan sağlıyor. Bahsi geçen zorlu statik operasyonlara, elektro-mekanik, mimari ve restorasyon kalemleri de dahil edildiğinde müze şantiyesinde yapılan planlama, imalat ve uygulamanın, belki iki üç farklı sahanın iş yüküne bedel olduğu çıkıyor. 

Öte yandan tüm bu operasyon, çekme mesafesi olmayan, arazisine sıfıra sıfır oturan ve etrafından ahşap bir perdeyle ayrılan binanın sınırları içinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla bina mekanı, aynı zamanda, malzemeler ve araçlar için depo, çalışanlar için ofis ve yemekhane haline geliyor. Üstelik içeride çalışan kalabalık ekibin ortasında gerçekleşiyor tüm bunlar. İşveren, yüklenici, müellif ve danışmanlarla birlikte yapılan haftalık ziyaretlerde bu yoğunluk iyice artıyor. Bu durumda, büyük bir ciddiyetle devam eden inşaatın ortasında, fosforlu yeşil yelekleri ve beyaz baretleriyle çok sayıda insanın sahayı ele geçirmesi, bazen komik görünebiliyor. Bazense kolaylıkla gözden kaçabilecek, atlanacak konular ekibin bu denli kalabalık ve özverili olması sayesinde açığa çıkıyor. Tarihi merdiven kovasının duvarlarında, dört kat sıvanın altında saklı kalmış kalem işlerinin bulunması gibi.

100 yılı aşkın süredir ayakta duran binanın içinde katman katman biriken bir yaşanmışlık var. Proje esnasında öngörülemeyen konular binanın içinde çalıştıkça, bu katmanları soydukça ortaya çıkıyor. Yapılan her keşif, yeni bir düşünsel sürecin ve çalışmanın habercisi oluyor. Kalem işlerinin bulunması, mekanın yeniden ele alındığı bir süreci başlatıyor mesela. Malzeme, ışık ve dokular bu vesileyle yeniden tartışılıyor. Zemin katta, havada asılı duran tarihi asansör kuyusunun altına yapılacak çelik masa bu keşiften sonra daha çok önem kazanıyor. Dolayısıyla, müze şantiyesi bizim için hem bir arkeolojik kazı alanına hem de bir yüzleşme mekanına dönüşüyor.

Saha ziyaretleri sırasında çekilen fotoğraflar, alınan notlar ile şantiye ve ofis arasında süreklilik kuruluyor. Masa başında yapılan çalışmalar sahada yapılan detaylı belgelemeyle destekleniyor. Bu çok paydaşlı ve zorlu şantiye sürecinde yaşanan git-gellerin, sayısız denemenin, yanılmanın ve vazgeçilen kararın tanıklığı da arşivde yer alan enstantanelere kalıyor. Yakında binayı saran perdeler kalktığında, ince raspalanmış floral bezemeli taş cepheleri ortaya çıktığında, o cephe başında ne kadar mesai yapıldığının, kaç alternatif çalışıldığının, söz konusu alternatiflerin ne şekilde uygulandığının ve bina ile nasıl ilişki kurduğunun izi de yine bu karelerde sürülecek.

Çatalhöyük Ziyaretçi Merkezi

Çatalhöyük projesi bulunduğu yer bakımından çok önemli. Kazı evinin hemen karşısına, doğu ve batı höyüklerinin güneyine yerleşen yapılar bütünü, ziyaretçiler için bir başlangıç noktası teşkil ediyor. Höyüklerin içinde tuttuğu 9000 yıllık kolektif hafızanın ve kültürel birikimin ağırlığına tezat oluşturacak şekilde, yere olabildiğince az temas eden, hafif ve mütevazı bir mimarisi var. Temelinde ahşap olan tektonik kurgu, bu mimarinin ve şantiye sürecinin kilit noktasını oluşturuyor.

Şantiye kurulduktan kısa bir süre sonra, geniş arazide rahatça istiflenen ahşap elemanlar, nispeten az bir iş gücüyle, hızla ve kolaylıkla bir araya getiriliyor. 2021 yılının kasım ayında başlayan çalışmalar, yılın ikinci yarısına gelmeden görünürleşiyor; binanın iskeleti ve kampüsün mekansal atmosferi ortaya çıkıyor. Bunun sebebi montaj kolaylığı, hafiflik ve ulaşılabilirlik olduğu kadar, ahşabın hem kaba hem de ince yapı malzemesi olarak çalışabilmesi. Dün binayı ayakta tutması için dikilen ahşap kolonlar, bugün tamamlanmış bir mekanın içinde, üzerlerine sürülen yangın koruyucu boya dışında hiçbir işlem görmeden bitmiş son yüzeyi temsil ediyorlar. Hızla ve doğal olarak kurulan tektonik ilişkilerin üzerlerini örten herhangi bir sıva, boya veya kaplama malzemesi olmadığından, sahada yapılan uygulamalar tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. 

Ahşabın kendini bırakan, hareketli yapısının statik hesaplara etkisi; bağlantı detaylarının mukavemet ile ilişkisi; gergi sistemin uygulamadaki öncelik sıralaması gibi teknik konularla, cepheden yüzleşiyoruz. Geçilen açıklığın, boşluk ve doluluklara göre farklı sonuçlar verdiğini, oluşan seğimi nasıl bertaraf edebileceğimizi ya da edemeyeceğimizi; kaba inşaatta yapılan bir hatayı örtbas etmenin mümkün olmadığını tecrübe ediyoruz. Dolayısıyla şantiye, malzemenin doğasını daha iyi anladığımız, sınırlarını test ettiğimiz bir öğrenme mekanı oluyor bizim için.

Beyoğlu Müze şantiyesinin haftalık iş programından ve kalabalık ekibinden farklı olarak, daha aksak ve seyrek bir ritimde, nispeten küçük bir grupla yapılıyor saha ziyaretleri. Anlık iletişim fotoğraflar, videolar ve notlar üzerinden gerçekleşiyor. Bazen problemler bile bu şekilde tespit edilebiliyor. Zihnimizde biriken tecrübeye paralel olarak arşivdeki görüntüler çoğalıyor. Bu şekilde, bir taraftan tasarım sürecinde ölçeği kavranamayan iri bağlantı detayları ve öngörülemeyen seğimlerle yüzleşiyor, diğer taraftan malzemenin inşai hızına ve eforsuzca yarattığı mekansal niteliğe hayran kalıyoruz. 

Frank Han Sahnesi

Frank Han, Karaköy’de liman bölgesinde yer alan yüzyıl başından kalma eski bir Levanten binası. Deniz ticaretinin yoğun olduğu dönemde inşa edilen bina, tüccarların ve temsilcilerin konaklaması için kullanılmış. Bugün, içinde farklı ölçek ve tektonikte iki ayrı salon olan bir etkinlik mekanına dönüşüyor. Konser, film gösterimi, tiyatro ve söyleşi gibi ses performansına dayalı programların gerçekleşeceği taş binada en önemli tasarım problemi akustik. Sahada verilen ana mücadele ise, kağıtta ince hesaplarla başlayan üretimin en az kayıpla sonlandırılması.

Frank Han, Beyoğlu Müze şantiyesi ile benzer bir sürece sahip. Sahada, özellikle erken dönemde yapılan çalışmalar, arkeolojik bir kazı niteliğinde; bina soyuldukça sürprizler çıkıyor içinden. Duvarların açılarından, alçıpanların arkasında saklı kalan kolon ve nişlere kadar, halihazır çizimlerde yer almayan, farklı ölçeklerde yeni durumlar keşfediliyor. Bu ikilikle baş edebilmek için, danışmanlar ve işverenle birlikte sahada kurulan aktif çalışma ortamı, proje ve şantiye süreçlerinin üst üste bindiği deneysel karaktere şekil veriyor. Zamanında antrepo olarak inşa edilmiş ve sonra özensiz bir restorasyon geçirmiş yapının içinde, mükemmele yakın bir biçimde var olmaya çalışan;  kağıt üzerinde etraflıca kararlaştırılan hemen her şeyi, sahada sayısız teste tabi tutan, inatçı ve hassas bir karakter bu.

Üzerinde en çok çalışılan ve aynı zamanda yapının alamet-i farikası olan ahşap prizmaların temelleri, projenin erken aşamalarında çizilen nümerik grafiklerde atılıyor. Bas ve tiz seslerin çizgi üzerinde yaptığı dalga hareketi, akustik danışmanı ile yürütülen kolektif bir çalışma sonunda mekansal bir kesite dönüşüyor. Bu kesitin yapı taşı olan prizmanın alt, üst ve yan yüzeyleri, üç modüllük bir mock-up üzerinde yapılan testlerde geliştiriliyor. Sonuçta her biri ihtiyaçlara göre farklı biçimlerde özelleşen yüzeyler çıkıyor ortaya. İşin içine aydınlatma tasarımının da dahil olmasıyla; seslerin nasıl duyulacağının yanında, renklerin nasıl görüneceği de test ediliyor. Bu sırada elimizde telefonlarla, girintili çıkıntılı tek bir elemandan oluşan bu rengarenk ve yekpare yüzeyle ilk karşılaşmamızı kayıt altına alıyoruz. 

Eşzamanlı olarak diğer salonda devam ediyor denemeler, git-geller ve onları tetikleyen tereddütler. Asma kat ile sahneyi bağlayan çelik merdiven, işletmeci adaylarıyla görüşmeler akabinde, imal edildikten kısa bir süre sonra kaldırılıyor. Sahneyi çepeçevre saran korkulukların tasarımına ancak dört farklı mock-up’tan sonra karar veriliyor. Hesaplarda 12 katman çıkan perdenin ağırlığı karşısında yeni çözüm arayışlarına giriliyor. Çok denemeli ve çok yanılmalı Frank Han şantiyesinde, mükemmele yakın olanın bilfiil imal edildiği bir süreç yaşanıyor.

Sahada yapılacak son testler önümüzdeki günlerde tamamlanıyor. Bu metin yayınlandığında bina açılmış bile olabilir. Kullanıcılar, bizden farklı olarak, duvarlara, tavanlara ya da korkuluklara baktığında bitmiş bir yapı görecek. Arkasındaki süreci merak edenler ise, paylaştığımız açık arşiv üzerinden, bir çizimin sayısız denemeden sonra nasıl maddeleştiğini ve her adımda ne kadar gelişebildiğini takip edebilecekler. 

*

Nasıl ki tamamlanmış bir binanın yalnız mimarına ait olmadığını, içindekiler ve etrafındakilerle birlikte yaşadığını söylüyoruz; süreç ya da sonuç ürün üzerine yapılan kayıt ve aktarımların da adı konulmamış bir ortaklığın, kolektif bir deneyimin parçası olduğuna inanıyoruz. Sizi, içinde yaşadığınız, çalıştığınız, ziyaret ettiğiniz, önünden geçtiğiniz binaları paylaşmaya ve teğet.live üzerinden ortak bir arşiv oluşturmaya davet ediyoruz.